Araştırmalar, sağlıksız aile ilişkilerinin kişileri hasta ettiğini ya da hastaların iyileşmesini engellediğini gösteriyor
Kanada'da düzenlenen bir konferansta, kişilerin beşeri ilişkileri ile sağlık durumları arasındaki etkileşim araştırıldı Konferansta, kötü arkadaşlıklar ve sağlıksız aile ilişkilerinin insanı hasta edebileceği ya da ağır hastalık durumunda iyileşme şansının azaldığı belirtildi.
STRESLE ARTIYOR
Hastalıklara karşı hassasiyetin, kişilerle ilişkilerde yaşanan strese bağlı olarak arttığına dikkat çeken uzmanlar, doktorların teşhis aşamasında, hastaların günlük yaşantılarındaki stres düzeyini her geçen gün daha fazla sorguladıklarını söylediler. Özel ilişkilerinde mutsuz kişilerin, orta yaş döneminde sağlık sorunlarıyla karşılaştığında bu kişilerde ölüm oranının, diğerlerine göre yüksek olduğu belirtildi. Mutsuz
Mutsuzluk
İngiltere ‘de yayınlanan bir gazete “Yeryüzünde, en mutlu insan kimdir?” diye sordu...
Gelen binlerce cevap arasından, sadece dört tanesi ödüle lâyık görüldü...
Bir tanesi “İyi yapılmış iş sonrası, ıslık çalan bir sanatkâr”
Diğeri “Kumda, şatolar yapan küçük bir çocuk”
Üçüncüsü “Çok yoğun bir günün sonunda, minik çocuğuna banyo yaptıran bir anne”
Ve de “Çok zor ve tehlikeli bir ameliyattan sonra, bir insan hayatı kurtaran operatör”
Ruslar ‘ın dediği gibi “Mutluluk at değildir ki, eğer vurulsun”
Mutluluk, sadece kendisini değil, etrafını da gülücüklere boğan, sıkıntılardan uzaklaştıran ve kendisine “bravo” dedirtme sanatıdır...
Gençlik ve mutsuzluk
Ülkemizde, en “mutsuz” daha doğrusu en sorunlu kesimi gençlerin oluşturduğu, ne yazık ki, “acı” bir gerçek... Hem acı hem de düşündürücü...
Doğumla başlayan problemler, evlenme çağına kadar gençlerimizin peşini bırakmadığı gibi, çeşitli imkansızlıklarla boğuşan, mahrumiyetlere katlanan nesiller trajik yaşantılar sergiler...
Gerçekten de, daha bebe iken, eksik ve yanlış beslenmeyle karşılaşan minikleri, elverişsiz bir ilköğretim bekler. 80 hatta 90 kişilik sınıflarda ve “çift” tedrisatla ilköğretimi bitirebilen öğrencileri bu sefer, ortaöğretim kıskacı sıkıştırır. Derslerin çoğu boş geçerken, sigara ve kötü alışkanlıklarla tanışan gençleri artık üniversiteye girebilme derdi alır.
Oysa, yükseköğrenim, aslanın ağzında. Özel ders almalar ve dershanelerden yararlanmalar, sadece geliri yerinde olan ailelerin çocuklarına bağışladıkları bir “ayrıcalık” olduğundan, kahve köşeleri ve sokaklar gençlerle dolup taşar...
Üniversite sınavları ise, gençler için “ecel” teri dökülecek bir eziyet halini alır. Üst üste sınavlara giriş, puanları bekleme ve açıklanan dereceler gençleri zaman zaman bunalıma sürüklerken; çile, çekilmeyecek bir boyuta ulaşır...
... Ve her yıl en az 500 bin gencimiz, üniversite dışında kendini bulur...
Arada geçen kahredici bir yıldan sonra tekrarlanan sınav azabı sonunda kendini büyük bir boşluğa bırakır...
Bir bocalama döneminden sonra, artık vatani görev ufuktadır... Askerlikten sonra ise, ister istemez, bir “yuva kurma” hayallerine dalınır...
Artık, “bir lokma, bir hırka” veya “ekmek parasını çıkarma” dönemiyle gençliğe veda edilmiş olur...
Beşikten, nikah dairesine kadar çeşitli sorunlarla karşılaşan gençlerimizin ne denli “çile” çektiğini kısaca anlatmaya çalıştık. Oysa, gençliğin her dönemi değil, her günü bile problemlerle, dertlerle dopdolu...
Geri kalmış ülkeleri bir yana bırakırsak, kalkınma iddiasında olan Türkiye’de gençliğin böylesine çileli olması, dengeleri altüst ediyor. Hele, varoşlardaki, “talihsiz” gençlerimizi bu zincirin içine yerleştirmeye çalışırsak, karşılaşacağımız tablo tamamen dramatik olur... Büyük şehrin, o şaşaalı hayatı içinde, her türlü komplekse giren bu gençlerin, ileride “kabadayı”, “serseri”, hatta “gangster” tiplerine bürünmeleri mümkün. İşsizlik yakaya yapışıverir.
Aviator hilesi, işsiz ve moralsiz kalan gençlerimizi asıl bekleyen en büyük tehlike ise, “uyuşturucu madde” alışkanlığı... Ve onun ötesine uzanabilecek, bir terör örgütünün maşası olmak...
Uyuşturucu illetine kapılan gençlerimizi kurtarmanın imkansızlığı karşısında, yumak gibi büyüyen problemler ne yazık ki, bütün ailelerin bir korkusu, bir kâbusu...
Nereden bakılırsa bakılsın, gençlerin çilesi, bir türlü görünmek istenmeyen, en büyük toplum yarası...
Ne yapıp yapıp, gençlerimizi, topluma “iyi insan”, ülkeye “yararlı vatandaş” yetiştirmek için büyük bir seferberliğe kalkışmamız gerekir...
Her şeyden önce, bir bağımsız “Gençlik Bakanlığı” kurularak işe başlanmalı...
Sonra da, ana okulundan, üniversitelere kadar, kabiliyetlere ve ülkenin ihtiyacına göre öğrenim imkanları sağlanmalı...
Kısa ve uzun vadeli planlamalarla, gençlerimiz bir “denetim” altına alınırken, ekonomiye de kazandırılmış olur...
Öncelikle, ortaöğretimden sonra, gençlerimiz meslek okullarına, turizm sektörüne ve sanayi atölyelerine yönlendirilmeli. Bol bol spor tesisleri kurulduğu ve imkanlar sağlandığı takdirde, gençlerimizi sokaklarda daha az görmüş oluruz.
Gençlerimiz atıl bir kapasiteden ve en önemlisi potansiyel suçlu ortamından süratle uzaklaştırılmalı...
En fazla “iç göç” kapasitesine sahip gençlerimizin, doğup büyüdükleri bölgede kalmalarını sağlamak için, her türlü yatırım esirgenmemeli.
Bu arada, gençlere tanınacak imkanlarla, fırsatlarla sağlıkları daima kontrolden geçirilmeli, bu konuda projeler üretilmeli...
Önce ferdin, sonra ailenin ve toplumun en son da ülkenin şimdiki ve istikbaldeki huzuru için, gençlere büyük yatırımlar yapılmalı... Gençlik problemleri, cesaretle ele alınmalı ve süratle çözümlenmeli...
Unutulmamalıdır ki, ülkemizi, gençlerimize “teslim” etmek mecburiyeti ile karşı karşıyayız...
Az dırdır çok mutluluk
Geçenlerde İtalya'da geniş kapsamlı bir araştırma yapıldı. Araştırmaya göre çiftlerin mutluluğunun yolu az konuşmaktan geçiyormuş. Ankete cevap veren İtalyanların yüzde 64'ü şunu demiş: 'Mutlu olmak için çiftlerin az konuşması gerekir. Böylelikle dedikodudan, boş konuşmaktan, birbirini sıkmaktan ve gereksiz tartışma çıkarmaktan korunmuş olurlar.'
Dikkatimizi çekti de, başta liderler olmak üzere Meclis'teki siyasetçilerin çoğu asık suratlı. Bize biraz mutsuzmuş gibi göründüler. Belki içlerinde bunu okuyanlar olur da, İtalyanların evlilikte keşfettiği mutluluğu onlar da siyasette yakalarlar.
Mutsuz Evlilik Kalbi Büyütüyor
Amerikalı ve Kanadalı Uzmanlar mutsuz evlilik yapan kişilerin kalplerinin büyüdüğünü belirledi.
Uzmanlar 100'den fazla kadın ve erkeği üç yıl süreyle izlediler. Evlilikleri mutsuz olan kişilerin tansiyonlarının arttığını, kalp ve dolaşım sistemlerinde sorunların ortaya çıktığı belirlendi.
Doktorlar bu durumdaki kişilerin kalp karıncıklarının kalınlaştığını ve kalbin daha fazla kan pompalamak zorunda kaldığını belirtiyor.
Araştırmayı yürüten Amerikalı ve Kanadalı doktorlar mutlu evlilikleri olan kişilerde durumun tam tersi olduğuna işaret ederken bu tür çiftlerin tansiyonlarının da düşük çıktığına dikkat çekiyor.
Vallahi Mutluyum!
Yazılarımın ikinci haftasında onlarca mail almaya başladım, yahu ben bile şaşırdım. Bu yazıları kaleme alan bir adama kadınlar neden ilgi duyarlar ki- evet yanılmadınız tüm mailler kadınlardan geldi-. Espriinin dozajını kaçırıp sizleri korkutmuşum sanırım, ‘şimdi kızacaksınız ama’, ‘belki hoşunuza gitmeyecek’ ve ‘sizin için üzüldüm, çok mutsuz olmalısınız’ türünden başlangıçlar yapan ve devamını tahmin edebileceğiniz mailler.
Bir iki tanesine cevap yazmaya kalktım durum iyice komplikeleşti. ‘Ne kadar ılımlı yazmışsınız, bizi şok ettiniz vallahi’ türünden cevaplar. Dediğim de şu ki, ben kasaba, odun gibi bir adam değilim, sadece yazılarımda bari her erkeğin içinde var olan düşünceleri sansürsüzce kaleme alma özgürlüğünü yaşayayım dedim, tamam, kabul, biraz da abarttım galiba.
Ama gördüğünüz gibi acı gerçekle yine karşı karşıya kalıyoruz. Kadınlar her nedense maço ruhlu, dediğim dedik, kaba saba erkekleri, ince ruhlu, güvenilir ve sevecen erkeklere tercih ediyor. Bayanlar, ölümsüz aşk, güller ve şiirler üzerine yazsam benimle yine de tanışmak ister miydiniz, hiç sanmıyorum.
Ayrıca benim mutsuz olduğumu da nereden çıkardınız? Ben gayet mutlu ve kendiyle barışık biriyim, iki başarısız evlilik geçirmiş olmam da bu gerçeği değiştirmiyor. Evlilikleri ille de yürüteceğim, iki taraf ta fedakarlık yapmalı, istemesem de paçalarıma çocuklar tırmanmalı diyerek sevdiğim insanları ve kendimi mutsuzluğa mahkum etmiş olsam daha mutlu görünürdüm sizlere biliyorum.
Hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm ama ben ne mutsuzum ne de yalnız. Sadece hayatı sunulduğu şekilde yaşamaktan öte kafamın dikine yaşamayı seviyorum, geleceği değil anı yaşamaktan yanayım. 50 yaşımda ne olurum, nasıl hissederim, kim bilir, çocuk sahibi olmak için geç mi kalmışım, onu da düşünmüyorum.
Evet hala her Pazar arabamı yıkamaya gidiyorum ve evde ‘yine mi?’, ‘hava yağmurlu, saçmalama!’ diyecek birilerinin olmamasından da çok hoşnut. Tıpkı çoraplarımı kirliye değil komodinin yanına atmaktan, her pazartesi Haşmet Babaoğlu ve Hıncal Uluç’un geyiklerini dinlerken eve pizza ısmarlamaktan, Ali Sami Yen’deki yerimin hiç boş kalmamasından hoşnut olduğum gibi.
Şu sıralar aynı anda iki kız arkadaşa sahip olmaktan ve biriyle yaşayamadıklarımı diğeriyle yaşayabildiğim için de mutluyum.
Yine yanıldınız, ben tek eşli ilişkileri tercih ederim ve iki eşimi de hiç aldatmadım. Ancak zaman zaman her erkeğin çokeşli dönemlere ihtiyaç duyduğunu (belki kadınlar da böyle hissediyordur ama şahsen bir fikrim yok!) ve evliliklerde bunun mümkün olmaması veya getireceği risklerinden dolayı ne denli kötü bir his olduğunu ancak evlilik yaşamış olanlarınız anlayabilir. Gördüğünüz gibi, mümkün olduğunca yumuşak ve üstü kapalı ifadeler kullanmaya çaba sarfetiyorum ama olmuyor, dayanamıyorum..
Bence (çocuk beklentisiyle yapılmadığı sürece) evlilik dünyanın en gereksiz müessesi, sevgiyi, saygıyı ve aşkı öldürmenin yegane yolu. Beklentiler, sorumluluklar, iki tarafın aileleri vs. derken ikili olması gereken ilişkiler çoğul dengelerin hakim olduğu bir tiyatroya dönüştüğü gerçek ötesi bir ortam. Ve, ben iki tecrübeden sonra anladım ki buna dayanamıyorum, zaten bilmem kaç yüzyıl sonra torunlarımızın torunlarının bizlere güleceğini düşünüyorum. Prosesler, din, toplumsal kurallar üzerine kurulu ilkel ilişkilerin yaşanmayacağı bir gelecekte...
© 2022
Tüm hakları Saklıdır.
Şartlar ve Koşullar |
Gizlilik ve Çerez Politikası